Bu yazıda kötü çağrışımları olsa da danışmanlarından sıkça duyduğum bir konu hakkında kısaca düşüncelerimi yazmak istedim : Şikayet etmek.
Bu bir sorum mudur yoksa bazılarının elinden alınmış bir hak mıdır?
Yararlı olmasını diliyorum:
Danışan A : kayınvalidem yemeğe davet etti bizi. Eşimle beraber akşam yemeğine gittik. Ben 3,5 aylık hamileyim ve bulantılarımdan dolayı bir çok şeyi yemiyordum. Sofrada lezzetli gözüken bir çok yemek vardı. Karalahana sarması, fırında köfte patates çorba pilav yoğurt. Eşim annesi babası kardeşi iştahla yerken ben masanın bir ucunda sadece pilav ve yoğurt yedim. kimse bana neden yemiyorsun demedi kimse canın ne ister diye sormadı gözümden düşürmemeye çalıştığım yaşları tutarak sadece yoğurt ve pilav yedim sonra da masadan kalktım. Eğer yiyemedigimi söyleseydim belki de kayınvalidem alınır diye düşündüm, sorun çıkarmak istemedim.
Danışan B : üniversitede ailemden az para gelirdi, şikayet etmezdim. Harçlığını çıkaracak işlerde çalışırdım. Arkadaşlarım kafelere eğlenceye giderken işim olduğunu söyler gitmezdim. Aileme söylesem destek olurlardı belki ama hiç bir zaman yük olmak istemezdim.
Danışan C : Zor tabi. Kendimi bazen çok sıkışmış ve hatta tükenmiş hissediyorum ama şikayet edemem. Bir baba olarak yapmam gerekeni yapıyorum. Destek mi ? Tabi söylesem belki destek olan, sorumluluklarımın bir kısmını alan olabilir. Örneğin işte her şeyi yüklenmek zorunda kalmayabilirim, ama o zaman da başa çıkamadığımı güçsüz olduğumu düşünmezler mi?
Danışan D, E, F … ve daha niceleri. Şikayet etmeyi yakınmak, karşıdakini üzecek, öfkelendirecek bir şey olarak gören niceleri ya da güçsüzlük yetersizlik olarak görmek. Çok duyduğum şeyler.
Bu yazıda şikayet etmeyenlerden bahsetmek istiyorum. Ve sonra biraz da çözüm önerilerine değinmeyi hedefliyorum. Neden bazılarımız şikayet edemezken, isteyemezken, talep edemezken ve talebin ikiz kardeşi hayır demeyi, sınır koymayı bilemezken ( buna A tarafı diyelim) bazılarımız bu konuda çok rahattır?
Peki siz hangi taraftasınız? Önce bir durun ve düşünün lütfen. Tarafınız A ise şunları da bir düşünün: yumuşak başlı mısınız? Çok empatik ve hatta sempati ile dolu biri misiniz? Peygamber sabrınız mı var? Hayatın zorluklarını aşma azmi ile güçlenirken yorgun mu hissediyorsunuz? Yere düşseniz bile bir avuç toprakta kalkan ama yardım isteyemeyen biri misiniz? Öyleyse sizi danışan olarak görme potansiyelimiz yüksek diyebilirim.
Tarafınız B ise tebrikler tadını çıkarın.
Danışan D:
Küçük oğlumu parka götürdüm. Koştururken takıldı ve düştü. Bir anlık şaşkınlıktan sonra düştüğü yerden ağlamaya başladı. Hızla yanına koştum. Tuttuğum gibi kaldırdım ve ona kızmaya başladım: “Kaç defa sana koşturma dedim dikkat etsene.” Ben onun yara beresi var mı diye bakınırken onun sesi artık daha az çıkıyordu, ağlamasını durdurmaya çalışıyordu.Sonra sustu. üstünü silkeledim ve banka doğru yürüdüm. Arkama baktığımda artık koşmadığını gördüm.
Neden kızar ki bir insan düşen çocuğa? Kötü biri midir? Öyleyse hangi acıyla terapiye gelmiştir? Peki siz ! kaçınız canı yandığında, üzüldüğünde, korktuğunda ya da canınız bir şey çektiğinde suçlandı? Kötü insanlar mıydı size böyle davranır? Belki, belki de durum biraz daha farklı olabilir bazı insanlar için.
Şimdi biraz basit fizyolojik bilgisinden bahsederek soruna giriş yapalım: Hücrenin çevresinde gerçekleşen olumsuzluklar karşısında iç dengesini korumak için gösterdiği çabaya homeostazis veya dengelişim denir. Hücreler bütünü olan insan da etrafında ve içerde olan koşullarda meydana gelen değişmelere yeniden dengeyi bulmaya çalışmak üzere tepki verir. Örneğin vücut sıcaklığımız 36.5 derecedir. Ortam soğursa ısımız düşer titreyerek bu sıcaklığı yine yükseltmeye çalışırız. Ortamı ısınınca terler ısımızı düşürmeye çalışırız. İhtiyacımız olan makul dereceye gelene kadar bu devam eder. Bedensel duygularımız ihtiyaç duyduğumuz dengeyi sağlamamız için sinyallerdir. Sıcaklık açlık, susuzluk, uyku, yorgunluk, ağrı gibi duyumlar ihtiyacın giderilmesi için vücudumuzun sinyalleridir.
Danışan E :
( Gülerek ) “ Acıktığımı ellerim titremeye ve öfkelenmeye başladığım zaman hissediyorum. Sanırım şekerim düşük.”
Danışanımın kan şekeri mi düşük bilemem. Olabilir de. Bir doktorla görüşüp kan değerlerine ve hatta hormon değerlerine baktırmasını isterim. Eğer sorun fizyolojik değilse veya tedavi işe yaramamışsa şu soruyu sorarım: Acıktığınızı hissedebiliyor musunuz? Peki bir insan acıktığını, susadığını, uyumaya ihtiyacı olduğunu neden anlayamaz?
Bebekler ve/veya çocuklar bedensel duyumlarını göstermek için ağlar. Bir yetişkinden bunu anlamasını ve çözmesini, ihtiyacını gidermesini, böylece yeniden dengelenmeyi bekler. Çok normal değil mi? Peki ya bu ağlamaları yankı bulmaz ve hatta görmezden gelinir, daha da kötüsü bir şikayet olarak görürse? Dengelenememesinin verdiği yeni acı ve huzursuzluk ilk ihtiyaçtan daha büyük bir sıkıntı yarattığında bebek veya çocuk susar. “Terbiye edilmiş çocuk” artık uslu çocuktur. Ailesinin gözdesi, sorun çıkarmayan, şımarmayan, talepleri olmayan, kendine yeten, büyümüş de küçülmüş bir çocuktur.
Bedensel duyumlar nasıl ki bir denge ihtiyacı ile ortaya çıkar ve ortamdaki ya da bedendeki bir eksikliği, sorunu, yoksunluğu işaret eder; duygularımız da bizi yeniden mutlu, huzurlu ve dingin yani dengeli bir hale sokmaya çalışan sinyallerdir.
Korku, endişe, Üzüntü, öfke, heyecan, şaşkınlık, mutluluk, heves ve bunların kombinasyonları hep bir ihtiyaca yani dengelenme ihtiyacına işaret eder. Oysa ki korkan kişiye korkak, üzülen kişiye sulugöz veya zayıf, heyecanla heveslenen kişiye şımarık demişse kişi duygularını bir dengelenme sinyali olarak değilde bir sorun olarak görme eğilimine girebilir.
Duygusunu belli ettiğinde şikayet eden sorumlu kişi olarak etiketlendiğinde parkta düşen çocuk gibi suskunluğa gömülür ve hareket etmeyi bırakır. Sonra da bir daha suçlanmamak için duygusunu göstermemeye ve hatta duygusunu yaşamamaya çalışır. Zamanla kendine yabancı hale gelebilir. Ötekilerin suçlanmasından korktukça içinden gelen bedensel ve duygusal sinyalleri bastırır. Artık büyümüşte küçülmüş o hep ayakları yere basan çocuk değildir. Artık çocuksu heyecanlarını yaşayamayan tutuk bir “büyümüştür.” Şikayet etmez. Talep etmez. Hayır demez. İstiyorum demez.
Bu kişiler genelde mutsuzluk,boşluk hissi, depresif semptomlar, kaygı sorunları ve de uyum sorunları ile terapiye başvurur.
Bu kişilerin onları yetiştiren ebeveynleri ya da bakım verenleri de genelde kendi bedensel ve duygusal tepkilerine, duygularını kördür. Hayatları boyunca kendini tanımayan bu ebeveynler çocuklarına sağlıklı bir ayna olup onların ihtiyaçlarını duyma ve doyurma konusunda yetersiz kalırlar. Saçını süpürge etmiş veya fedakarlık timsali bu ebeveynler bir art niyetle olmasa da kendilerindeki ihtiyacı tetikleyen çocuklarını “yola getirmeye” çalışırlar. Göz nasıl ki kendini görmez, göz gözünün bebeğini de göremez. Ebeveynler en çok da kendi gibi olanı kendine benzetmeye ve böylece “doğru bir hayat” yaşadığını kabullenmeye çalışır. Öte yandan bu ebeveynler kendi gibi olmayı reddeden diğer çocuğu da yaşayamadıklarını yaşadığı için alttan alta destekler. Bilinçli yapıldığını düşünmediğim bu tutum ise A grubunda büyük bir haksızlık inancı ve öfke duygusu yaratır.
Bu yazıya sığmayacak bir çok başlık olduğunun farkındayım. Şimdi biraz da çözüm önerilerinden bahsedeyim. İstemek veya istememek şikayet gibi görünebilir ve bunda bir sorun yoktur. Ama sürekli yakınmak ise denge bulmaya hizmet etmez. Kendinizi veya başkasını suçlanmak ise sıkışmışlığı arttırmakdan başka bir şeye hizmet etmez. Hayat harekete yani davranışa aşıktır. Bedensel veya duygusal ihtiyaçlarımızı, isteklerimizi, sınırlarımızı fark edip bunları suçlanma ve size yüklenen rolün yıkılması pahasına da olsa dile getirmek zor, cesaret isteyen bir tutumdur. Bunu yapabileceğiniz ve bunu kabullenebilecek kişiler öncelikle yabancılar veya az tanıdığınız kişiler olabilir. Size uzak olan kişilerle olan davranışlarınızdaki tutumlarınızı değiştirerek başlayabilir daha sonra yakın çemberdeki kişilere istek ve sınırlarımızı ben diliyle dile getirmek işe yarayacak bir yol olabilir.
İçinde mağduriyetin ve yakınmlarının olmadığı, talep etmeye ve sınır koymaya denk gelen şikayetin ve de biraz şımartılma isteğinin herkese iyi geleceği düşüncesindeyim. Sevgilerimle.
Yazan: Sedar ERTAŞ